27 Ekim 2016 Perşembe

KHK’ların Üniversitelere Maliyeti Ne Oldu?

KHK’ların Üniversitelere Maliyeti Ne Oldu?
Türkiye’de 15 Temmuz garip darbe girişimi sonrasında yaşanan OHAL darbesi ile ülke yoldan çıktı ve üzerinden silindir geçen kurumlardan biri de akademik dünya oldu. Erdoğan’ın eskiden beri doktorları sevmediği bilinirdi ama meğer daha geniş olarak eğitimli insanları da pek sevmezmiş. Bunun da etkisi ile olacak, ne kadar başarılı akademisyen varsa üniversitelerden atıldı. KHK ile ilişiği kesilen üçbinden fazla akademik personelden başka üniversitelerin bilmem kaç dalga halinde açığa aldığı ve attığı insanlar da binlerle ifade ediliyor. Kimsenin bir kayıt tutması bile mümkün değil zaten. Arada Başbakan veya Bakanlardan biri çıkıp başarılarını anlatır gibi kaç kişiyi işten attıklarını söylüyor ama o rakamlar bile son rakamlar değil aslında. Peki bu yıkımını arkasında nasıl bir enkaz kaldı? Konunun Vakıf Üniversiteler kısmına başka bir yazıda girmek daha uygun olacağı için sadece devlet üniversitelerine kısaca temas edeceğiz. Aslında 17 Aralık sonrası hemen bütün üniversiteler dekanlık gibi görevlerde bulunanları ayıkladılar ve cemaat ithamı olmayan kişileri göreve getirdiler ama YÖK 15 Temmuz sonrası bütün dekanları tekrar görevden aldığı için birçok fakültede dekan bulmakta sıkıntı yaşanmaya başlandı.
15 Temmuz sonrası başlayan açığa almalar ve KHK darbesi hemen bütün üniversiteleri etkiledi ama özellikle küçük üniversitelerde tam bir yıkım yaşandı. Örnek olarak Siirt Üniversitesinin öğretim üyelerinin yarıdan fazlası açığa alındı ve bunların da çoğu tutuklandı. Böylece Siirt Üniversitesi fiilen eğitim hayatından silindi. Zaten bu üniversitelerde araştırma yok, aslında buralar üniversite değil yüksek okul olarak planlanmalıydı ve hayata geçirilmeliydi. Şimdi yüksek okul özelliklerini de kaybettiler. Benzeri durumlar Gümüşhane, Hakkari, Düzce, Çankırı gibi hemen bütün taşra üniversitelerinde de yaşanıyor. Bolu AİBÜ gibi nispeten daha eski, ciddi bir vakıf desteği olan ve Ankara, İstanbul gibi iki büyük şehirin ortasındaki bir üniversitede bile Tıp Fakültesi (ki en kolay öğretim üyesi bulunan fakültedir) dekanlığına Veteriner kökenli bir hocayı vekaleten atamaları ibretlik olarak medyaya yansıdı. Bu darbe ile yeni kurulan küçük şehir üniversiteleri kuruluş düzeyine ve hatta daha zayıf duruma gerilediler. Yaşanan ağır moral bozukluğundan dolayı atılmayan öğretim üyeleri de oraları terk etmenin yollarını aramaya başladılar. En temel akademik geleneklerin oluşamadığı bu yerlerde hakim olan güvensizlik kolayca telafi edilemeyecek durumdadır. Kaldı ki bu şehirlere giden insanlar zaten fedakarlık yaparak buralarda kalıyorlardı. Şimdi oralarda çocuklarını okutacakları kaliteli özel okullar ve dersaneler de Cemaat okulu ve dersanesi diye kapatıldığı için çocuklarının eğitimi de ciddi bir problem olarak ortaya çıktı ve özellikle bu şehirlerin yerlisi olmayanların buralarda kalması için bir sebep kalmadı.
Bu yıkımın orta büyüklükte bazı üniversiteleri de yerle bir ettiğini görüyoruz. Isparta’daki Süleyman Demirel Üniversitesi, Diyarbakır’daki Dicle Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi gibi üniversitelerden atılan/açığa alınan öğretim üyesi sayısı korkunç rakamlara ulaştı ve bu da inanılmaz yıkıcı bir etki oluşturdu. Birçok üniversitede problemler bu ilk planda Tıp Fakültesi Hastanelerindeki hizmetlerin aksaması şeklinde ortaya çıktı. Özellikle ekip olarak yapılan işler ciddi anlamda aksadı ve bunlar medyaya yansıdı. Ama üniversiteden atılmayıp kalan insanlar için de senelerce birlikte mesai yaptıkları insanların sorgusuz sualsiz sokağa atılmaları oldukça ağır bir travma oluşturdu. Bu psikoloji içindeki öğretim üyelerinden proje yapması, tez yönetmesi, makale yazması vs. beklenebilir mi? Kaldı ki medyada yapılan cadı avı haberlerinde üniversitelerde eğitim yapılması, makale yazılması ve proje yapılması terör faaliyetleri olarak sunuldu ve sunulmaya devam ediyor. Bu durumda yarın başka birilerinin de aynı ithama maruz kalmayacağını kim garanti edebilir. En makbul akademisyenin hiç bir şey yapmayan, hiç bir şey yazmayan ve sadece rutin ders anlatan akademisyen olduğu tescillendi. Hiçbir başarının cezasız kalmadığı bu ülkede aşırı çaba gösterip üretim yapmanın ne kadar vahim sonuçlar doğurduğunu gören bu hocalar aptal mıdır ki aynı yoldan gitsinler.
Bir de büyük üniversitelerin durumu var ki o da ayrı bir facia ve utanç vesikasıdır. İstanbul Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi gibi eski üniversitelerde zaten muhafazakar öğretim üyesi eskiden beri azdı. Buralarda yerleşik laikçi hocaların bazıları “Allah var diyeni üniversiteden koğarım” diyecek kadar gözü kara ve mülk sahibi görüntüsünde idiler. Bunlardan Gazi ve Hacettepe Üniversitelerine muhafazakar rektörler geldi diye birçok aşırı laikçi hoca karalar bağladı ve buralardaki yöneticilere inanılmaz bir direniş gösterdiler. Şimdi Erdoğan ve ekibi onların rüyalarında görse inanamayacakları bir operasyonla neredeyse bütün muhafazakarları bu üniversitelerden attı. Artık bundan sonra bir daha buralara muhafazakar hoca gelmesi riski kalmamış görünüyor. Böylece 17 Aralık sonrası yapılan ittifakların meyvelerini kalıcı olarak toplamış oluyorlar. AKP destekçilerine de “biz aslında cemaati hiç sevmemiştik” özürleri ile ortalıkta dolaşmak düşüyor.
Akademik hayattaki yıkım elbette ki sokaktaki adam tarafından yada AKP tabanında fark edilmeyecektir. Onlar üniversite hocalarının görevden alınması ve hatta tutuklanması karşısında sevinç çığlıkları atıyorlar ve mutlu oluyorlar. Onların “üniversitenin ülke ve ülkenin geleceği için ne anlama geldiğini” anlamalarını beklemek saflık olur. Konunun ehli olanlar durumu fark ediyorlar ama bir şey demelerinin önünde ciddi engeller var. Bir defa bu yapılanlara itiraz demek hapse girmeyi göze almak demektir. İkincisi de itirazlarını duyuracak mecra bulamazlar. Yayın hayatında kalan ve hükümetin mutlak kontrolünde olmayan muhafazakar bir yayın organı yok gibi. Sol ve Kemalist yayınlar ise bu yapılanları sevinçle karşıladıkları için elbette ki eleştirmiyorlar. Zaten birçok yerde listeleri yapmada ciddi katkıda bulunan laikçiler var. AKP’nin kendi ayağına kurşun sıkmasını onların engellemesini beklemek de ayrı bir saflık olur. Cemaat üzerinden bütün cemaatlere, bütün dindarlara isnatta bulunmak ve itham etmek gayet kolay ve yüksek getirisi olan bir iş durumunda şu sıralar.
Akademik yıkım uzun vadede bu akademisyenlerin üstlendiği bütün işlerin aksaması ile daha belirgin hale gelecek. Çok sayıda akademik dergi bu aşamada ya kapandı/kapanacak yada kalitesini kaybedecek. Ayrıca akademik yayınlar ve çalışmalar da ciddi anlamda zarar görecek. Üniversitelerden atılan kişilerin profillerin bakıldığında konunun sadece cemaat yada dindarlık değil bir de kıskançlık boyutunun da olduğu görülecektir. Üniversitelerden atılan hocalar üretken ve rekabetçi olmaları nedeniyle çok sayıda rakipleri vardı ve rakiplerini bu şekilde ekarte etmiş oldular. Yoksa Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer’in Cemaatten olduğunu iddia etmenin ne kadar absürt olduğunu herkes bilir ama Murat Tuncer gibi hem çok iyi bir akademisyen hem de dindar bir kişiyi ekarte edebilmek ancak bu şekilde olabilirdi. Sonuç olarak bu hocalar birçok zorluklar yaşasalar da elbette iş bulacaklar, yurtdışına çıkabilenler dünyanın her yerinde iyi üniversitelerde çalışabilecekler. Bu yaşananlardan sonra “ülkende kal yada ülkene dön, akademik hayata katkıda bulun” demek zaten mümkün değil, anlamlı da değil. En azından psikolojik kopma ve kırgınlık oluştu. Kaybeden Türkiye ve Türk akademyası oldu ve olacak.



1 yorum:

  1. KHKlarda insanlarin isimlerinin listeler halinde yayinlanmasi kabul edilebilir bir sey degil. Kaldi ki bu kisiler herhangi bir sorusturma surecinden de gecmeden ihrac edildi!!

    YanıtlaSil