Bir Akademisyen Acaba Neden Bu Hallere Düşer?
Gazete haberlerinde Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Ali Gür’ün Zirve Üniversitesinden devraldıkları binalarda “yaptığı keşifleri”
görünce şaşkınlık ile acıma duyguları arasında gittim geldim. Bir taraftan da
düşünmeye başladım, acaba bir insan niçin bu hallere düşer? Hele bu kişi bir
tıp doktoru ise, Fizik Tedavi uzmanı olmuş, üstüne bir de akademik kariyer
yapmış ve profesör olmuşsa niçin böyle “çocukların bile inanmayacağı”
iddialarla kendini gülünç duruma düşürür? Aslında Ali Gür tek örnek değil ama
biz onun üzerinden giderek bu durumu tahlil etmeliyiz diye düşünüyorum. Şu ana
kadar okuduklarım ve bildiklerimle bu sorunun cevabını bulamadım. İsterseniz
Ali Gür’e daha yakından bakalım ve birlikte problemi çözmeye çalışalım.
Kendisini yakinen tanıyanların şehadetine göre Ali Gür
başarılı bir tıp öğrencisi olarak Dicle Üniversitesinden mezun olduktan sonra
aynı üniversitenin Fizik Tedavi Bölümünde asistan oldu ve belki de hayatındaki
en önemli birlikteliklerden birisi burada başladı. Buradaki hocası ve koruyucu
meleği Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç idi. Evet şimdi Ali Gür’ün ve eşi Yeni Akit
yazarı Mehtap Yılmaz’ın bir kaşık suda boğmaya çalıştığı Prof. Saraç, ihtisasa
girdiği tarihten itibaren O’nu belki kendi annesinden daha fazla koruyup destekledi.
Öyle ki 28 Şubat’ın soğuk günlerinde adları “irticacılar listesi”nde YÖK’e
gitmiş olmasına rağmen Ali Gür’ü yardımcı Doçent kadrosuna aldırmayı başardı.
Bununla kalmadı bölümün bütün imkanlarını önüne sererek dil öğrenmesine ve
akademik yazı yazmasına destek oldu, akademisyenlikte yükselme imkanlarını
altın tepside sundu. Ali Gür tartışmasız şekilde Prof. Saraç’ın prensiydi ve
doçentlik sınavında başarılı olması için elinden geleni yaptı.
İnsanlar çabuk unutsalar da her şey hala çok taze ve konunun
şahitleri çok olduğu için kısa bir hatırlatma iyi olur. Ali Gür şimdi Fizik
Tedavi camiasındaki bir kısım Kemalist ve ulusalcı hocalara genç muhafazakar
doktorları gammazlamakla meşgul ama o zamanlar o çevrelere selam bile
veremiyordu. Hocası Prof. Dr. Jale Saraç, o zaman başörtüsü yasağı olduğu için
elbette başörtülü değildi, ama dindarlığı biliniyordu ve camiasında çarşaflı
olduğu şayiaları ile karalanmaya çalışılıyordu. Bütün bunları tezgahlayanlar
ise çok da yabancı kişiler değildi, 2000-2008 arasında Dicle Üniversitesinin
rektörü olan Prof. Dr. Fikri Canoruç ve eşi Prof. Dr. Naime Canoruç bu işlerin
arkasındaki kişilerdi ve Prof. Saraç üzerinden rakibi olan Eski Rektörü
karalıyor ve kendileri için rektörlüğe giden yolu açıyorlardı. O zamanlar Ali
Gür samimi ve dini bütün bir akademisyen olarak görülüyordu ve şimdi paralel
diye saldırdığı kişiler dahil bütün dindar çevrelerle tam bir ittifak içindeydi.
Gene o yıllarda birlikte çalışanların anlattıklarına göre, kendisi genç bir
doçent iken Rektör Fikri Canoruç’tan Fakülte akademik kurulunda herkesin önünde
yediği azarı da herhalde unutmamıştır. Etrafa reklam edildiği gibi Ali Gür çok
üretken bir akademisyen midir? Dicle Üniversitesinde de bazıları öyle sanıyordu
ama Rektörlük sayfasındaki özgeçmişine bakarsanız 2008’den sonra ne bir ödül ne
de dişe dokunur uluslararası bir yayını olmadığını görebilirsiniz. Acaba neden?
Çünkü 2008 itibariyle Prof. Saraç’la arası açıldı ve 2009’da Gaziantep Üniversitesine
geçti. Ancak buradaki yedi yılda sadece siyasi hazırlıkla zaman geçirdi ve
aslında eski çalışma ve yazılarının kendi başarısı olmadığını da açıkça
gösterdi.
Ali Gür’e ne oldu da 2008 itibariyle Prof. Dr. Saraç’a savaş
açtı? Burada kalmayıp Cemaatle hükümetin arası iyiyken 2008’den sonra da Cemaate
güzellemeler yapıp sadece hocasına saldırırken, 17 Aralık sonrası akla zarar
iftiralarla hocasını cemaatin gizli liderlerinden biri diye lanse etmeye
başladı? Aslında A. Jale Saraç’la arasının açılmasını rektörlük seçiminde kendi
arkadaşı olan diğer adayı desteklemesiyle açıklıyordu. Ancak devam eden süreçte
saldırganlığı gittikçe arttı ve 2013 Aralık ayından sonra da bir cemaat hasmı
haline geldi? Aslında bunlar çok yadırganmayabilir, günümüzde birçok kişinin
kariyerini bu şekilde oluşturduğu bir gerçek, ama Ali Gür birçok emsaline göre
çok pervasız ve hiçbir ahlaki ölçüye uymayan bir hale savruldu. Bunun en tipik
ve son örneğini Zirve Üniversitesi ile ilgili zırvalarda gördük ve nitekim
bütün bir ülkeye rezil oldu. Benim cevabını bulamadığım soru “bunlara niçin
ihtiyaç duydu”? Akla gelen bir ihtimal aslında çok önceden farklı bir çizgide
idi ama bunu saklıyor muydu? Yahut da ülkemizde çok yaygın olan kişiliklerdeki
bir kısım boşluklar mıdır mesele? Geri dönüp baktığımızda aslında biz muhafazakârlar
“fazla iyi niyetli” ve “eleştiriden uzak” bir iklimde yaşıyoruz diyebilirim. Bu
biraz bizim ahlak anlayışımızdaki “hüsnü zannın esas olması” ve “tecessüsten
uzak durma” kurallarından kaynaklanıyor olabilir. Aslında öğrenciliği döneminde
radikal İslamcılıkla Med-Zehra grubu nurculuk arasında gezinen Ali Gür’ün
asistanlığından itibaren daha ılımlı ve bütün İslami gruplarla iyi ilişkiler
kuran bir akademisyen haline dönüştüğünü zannetmişti çevresindekiler. Ama
gerçekler zamanla ortaya çıkar diye bir kural burada işlemiş olabilir.
Akademik açıdan bakıldığında Ali Gür’ün aslında çok zayıf
bir altyapıdan geldiğini ve bunu gerçekten değiştirmek istediğine dair fazla
bir şey olmadığını görebiliriz. Türkiye standartlarında, hele 1990’ların
başında, o zaman itibariyle ortanın da altında denebilecek seviyede eğitim
veren bir tıp fakültesinde bütün yüksek öğrenim ve akademik hayatını tamamlayan
bir akademisyen, iyi bir yabancı dili de yoksa, ancak “yerel bir akademisyen”
olabilirdi. Nitekim Ali Gür yabancı dil eksikliğini her aşamada hissetti. Bunun
ötesinde o zamanki şartlarda kendisine kucak açacak ve destek verecek genel
muhafazakar çevreye dayanmak durumundaydı. Kökeni ve altyapısı itibarıyla o
zaman ulusalcılarla iç içe olan Kürt soluna gitmesi zordu. Orada kendine yer
bulması daha zordu. Oysa hocası bütün muhafazakarları ölesiye destekleyen ve
karşılık istemeyen biri olarak bulunmaz bir koruma sağlıyordu.
Gaziantep’e geldikten sonra da muhafazakar çevrelerde eski
modunda duruyordu ve etraftan pek kimse de Yeni Akit’te ahkam kesen Mehtap
Yılmaz’ın O’nun eşi olduğunu bilmiyordu. Karı-koca iyi paslaşmalarla işlerini
götürüyorlardı, Ali Gür de bu dönemde Cemaate oldukça yakın duruyor ve onlarla
ilişkilerinin iyi olmasına dikkat ediyordu. O dönemde kimse bunun gelecek adına
bir yatırım olabileceğini düşünmüyordu tabii ki. Bu yakın durma 2012’ye kadar
devam etti ama özellikle 17 Aralık sonrası tamamen koptu. 2012 seçimlerinde
mevcut Rektörü destekleyerek büyük bir avantaj elde etmişti ve bunun ödülü
olarak Rektör Yardımcısı yapıldı. Esas mutluluğu 15 Temmuz sonrasında
yaşayacaktı ve AKP’li Şamil Tayyar’ın karşı çıkmasına rağmen rektör olarak
atanacaktı.
Burada özellikle 2010 sonrasında taşları daha hızla
döşenmeye başlanan “tek adamlık” yolunun mutlak gereklerini gözden ırak
tutmamak lazım. Tek adam yönetimlerinde bir şeyin doğrusunu yanlışını hesap
eden insanlara kıymet verilmez, orada “vur deyince vuran, dur deyince duran”
adamlar kıymetlidir. Ali Gür ve Mehtap Yılmaz ikilisi uzun zamandır yukarılara
bu kalıba uygun olduklarını bildiren mesajlar yolladılar ve şimdi bir
üniversiteye rektör yapılarak bunun meyvelerini topluyorlar. Böylesi iklimlerde
iyi akademisyen değil sadık akademisyen makbuldür, her mesleğin sadık olanı makbuldür.
Yukarıdan gelen “onlara su bile yok” gibi emirleri sorgulayan ve etik
bulmadıklarını yapmayanların böyle rejimlerde yönetici olması hayal bile
edilemez.
Prof. Dr. Ali Gür akademik hayatında bir keşif yapamadı ama
Zirve Üniversitesi’nin Rektörlük Binasının altındaki Havalı Silahlar Atış
Poligonunun “illegal ve terörist faaliyetler” için kullanıldığını keşfetmeyi
başardı! Gene aynı binalardaki sosyal mekanların da illegal faaliyetler için
kullanıldığı keşfederek küçük bir Nobel’i hak etti! Ne yazık ki Gaziantep
Cumhuriyet Başsavcılığı bu kadar “öngörülü ve derin araştırmacı” Rektörü adeta
“madara” etti ve bu iddiaların asılsız olduğunu açıkladı. Artık üç vakte kadar
o Başsavcı hakkında da gereği yapılır herhalde. Bu kadar büyük keşiflere imza
atan bir Rektör’ün yönettiği üniversitenin ülkeye ve insanlığa neler
kazandıracağını hep beraber yaşayarak göreceğiz. Ama benim Ali Gür hakkındaki
acıma duygularım gene de devam edecek.
Dr. Mehmet Yılmaz’ın
mektubu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder