KHK’ların Üniversitelere
Maliyeti Ne Oldu?
Türkiye’de 15 Temmuz garip darbe girişimi sonrasında yaşanan
OHAL darbesi ile ülke yoldan çıktı ve üzerinden silindir geçen kurumlardan biri
de akademik dünya oldu. Erdoğan’ın eskiden beri doktorları sevmediği bilinirdi
ama meğer daha geniş olarak eğitimli insanları da pek sevmezmiş. Bunun da
etkisi ile olacak, ne kadar başarılı akademisyen varsa üniversitelerden atıldı.
KHK ile ilişiği kesilen üçbinden fazla akademik personelden başka
üniversitelerin bilmem kaç dalga halinde açığa aldığı ve attığı insanlar da
binlerle ifade ediliyor. Kimsenin bir kayıt tutması bile mümkün değil zaten.
Arada Başbakan veya Bakanlardan biri çıkıp başarılarını anlatır gibi kaç kişiyi
işten attıklarını söylüyor ama o rakamlar bile son rakamlar değil aslında. Peki
bu yıkımını arkasında nasıl bir enkaz kaldı? Konunun Vakıf Üniversiteler
kısmına başka bir yazıda girmek daha uygun olacağı için sadece devlet
üniversitelerine kısaca temas edeceğiz. Aslında 17 Aralık sonrası hemen bütün
üniversiteler dekanlık gibi görevlerde bulunanları ayıkladılar ve cemaat ithamı
olmayan kişileri göreve getirdiler ama YÖK 15 Temmuz sonrası bütün dekanları
tekrar görevden aldığı için birçok fakültede dekan bulmakta sıkıntı yaşanmaya
başlandı.
15 Temmuz sonrası başlayan açığa almalar ve KHK darbesi
hemen bütün üniversiteleri etkiledi ama özellikle küçük üniversitelerde tam bir
yıkım yaşandı. Örnek olarak Siirt Üniversitesinin öğretim üyelerinin yarıdan
fazlası açığa alındı ve bunların da çoğu tutuklandı. Böylece Siirt Üniversitesi
fiilen eğitim hayatından silindi. Zaten bu üniversitelerde araştırma yok,
aslında buralar üniversite değil yüksek okul olarak planlanmalıydı ve hayata
geçirilmeliydi. Şimdi yüksek okul özelliklerini de kaybettiler. Benzeri
durumlar Gümüşhane, Hakkari, Düzce, Çankırı gibi hemen bütün taşra
üniversitelerinde de yaşanıyor. Bolu AİBÜ gibi nispeten daha eski, ciddi bir
vakıf desteği olan ve Ankara, İstanbul gibi iki büyük şehirin ortasındaki bir
üniversitede bile Tıp Fakültesi (ki en kolay öğretim üyesi bulunan fakültedir)
dekanlığına Veteriner kökenli bir hocayı vekaleten atamaları ibretlik olarak
medyaya yansıdı. Bu darbe ile yeni kurulan küçük şehir üniversiteleri kuruluş
düzeyine ve hatta daha zayıf duruma gerilediler. Yaşanan ağır moral
bozukluğundan dolayı atılmayan öğretim üyeleri de oraları terk etmenin
yollarını aramaya başladılar. En temel akademik geleneklerin oluşamadığı bu
yerlerde hakim olan güvensizlik kolayca telafi edilemeyecek durumdadır. Kaldı
ki bu şehirlere giden insanlar zaten fedakarlık yaparak buralarda kalıyorlardı.
Şimdi oralarda çocuklarını okutacakları kaliteli özel okullar ve dersaneler de
Cemaat okulu ve dersanesi diye kapatıldığı için çocuklarının eğitimi de ciddi
bir problem olarak ortaya çıktı ve özellikle bu şehirlerin yerlisi olmayanların
buralarda kalması için bir sebep kalmadı.
Bu yıkımın orta büyüklükte bazı üniversiteleri de yerle bir
ettiğini görüyoruz. Isparta’daki Süleyman Demirel Üniversitesi, Diyarbakır’daki
Dicle Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi gibi
üniversitelerden atılan/açığa alınan öğretim üyesi sayısı korkunç rakamlara
ulaştı ve bu da inanılmaz yıkıcı bir etki oluşturdu. Birçok üniversitede
problemler bu ilk planda Tıp Fakültesi Hastanelerindeki hizmetlerin aksaması
şeklinde ortaya çıktı. Özellikle ekip olarak yapılan işler ciddi anlamda aksadı
ve bunlar medyaya yansıdı. Ama üniversiteden atılmayıp kalan insanlar için de
senelerce birlikte mesai yaptıkları insanların sorgusuz sualsiz sokağa
atılmaları oldukça ağır bir travma oluşturdu. Bu psikoloji içindeki öğretim
üyelerinden proje yapması, tez yönetmesi, makale yazması vs. beklenebilir mi?
Kaldı ki medyada yapılan cadı avı haberlerinde üniversitelerde eğitim
yapılması, makale yazılması ve proje yapılması terör faaliyetleri olarak
sunuldu ve sunulmaya devam ediyor. Bu durumda yarın başka birilerinin de aynı
ithama maruz kalmayacağını kim garanti edebilir. En makbul akademisyenin hiç
bir şey yapmayan, hiç bir şey yazmayan ve sadece rutin ders anlatan akademisyen
olduğu tescillendi. Hiçbir başarının cezasız kalmadığı bu ülkede aşırı çaba
gösterip üretim yapmanın ne kadar vahim sonuçlar doğurduğunu gören bu hocalar aptal
mıdır ki aynı yoldan gitsinler.
Bir de büyük üniversitelerin durumu var ki o da ayrı bir
facia ve utanç vesikasıdır. İstanbul Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi,
Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi gibi eski üniversitelerde zaten
muhafazakar öğretim üyesi eskiden beri azdı. Buralarda yerleşik laikçi
hocaların bazıları “Allah var diyeni üniversiteden koğarım” diyecek kadar gözü
kara ve mülk sahibi görüntüsünde idiler. Bunlardan Gazi ve Hacettepe
Üniversitelerine muhafazakar rektörler geldi diye birçok aşırı laikçi hoca karalar
bağladı ve buralardaki yöneticilere inanılmaz bir direniş gösterdiler. Şimdi
Erdoğan ve ekibi onların rüyalarında görse inanamayacakları bir operasyonla
neredeyse bütün muhafazakarları bu üniversitelerden attı. Artık bundan sonra
bir daha buralara muhafazakar hoca gelmesi riski kalmamış görünüyor. Böylece 17
Aralık sonrası yapılan ittifakların meyvelerini kalıcı olarak toplamış
oluyorlar. AKP destekçilerine de “biz aslında cemaati hiç sevmemiştik” özürleri
ile ortalıkta dolaşmak düşüyor.
Akademik hayattaki yıkım elbette ki sokaktaki adam
tarafından yada AKP tabanında fark edilmeyecektir. Onlar üniversite hocalarının
görevden alınması ve hatta tutuklanması karşısında sevinç çığlıkları atıyorlar
ve mutlu oluyorlar. Onların “üniversitenin ülke ve ülkenin geleceği için ne
anlama geldiğini” anlamalarını beklemek saflık olur. Konunun ehli olanlar
durumu fark ediyorlar ama bir şey demelerinin önünde ciddi engeller var. Bir
defa bu yapılanlara itiraz demek hapse girmeyi göze almak demektir. İkincisi de
itirazlarını duyuracak mecra bulamazlar. Yayın hayatında kalan ve hükümetin
mutlak kontrolünde olmayan muhafazakar bir yayın organı yok gibi. Sol ve
Kemalist yayınlar ise bu yapılanları sevinçle karşıladıkları için elbette ki
eleştirmiyorlar. Zaten birçok yerde listeleri yapmada ciddi katkıda bulunan
laikçiler var. AKP’nin kendi ayağına kurşun sıkmasını onların engellemesini
beklemek de ayrı bir saflık olur. Cemaat üzerinden bütün cemaatlere, bütün
dindarlara isnatta bulunmak ve itham etmek gayet kolay ve yüksek getirisi olan
bir iş durumunda şu sıralar.
Akademik yıkım uzun vadede bu akademisyenlerin üstlendiği
bütün işlerin aksaması ile daha belirgin hale gelecek. Çok sayıda akademik
dergi bu aşamada ya kapandı/kapanacak yada kalitesini kaybedecek. Ayrıca
akademik yayınlar ve çalışmalar da ciddi anlamda zarar görecek.
Üniversitelerden atılan kişilerin profillerin bakıldığında konunun sadece
cemaat yada dindarlık değil bir de kıskançlık boyutunun da olduğu görülecektir.
Üniversitelerden atılan hocalar üretken ve rekabetçi olmaları nedeniyle çok
sayıda rakipleri vardı ve rakiplerini bu şekilde ekarte etmiş oldular. Yoksa
Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer’in Cemaatten olduğunu
iddia etmenin ne kadar absürt olduğunu herkes bilir ama Murat Tuncer gibi hem
çok iyi bir akademisyen hem de dindar bir kişiyi ekarte edebilmek ancak bu
şekilde olabilirdi. Sonuç olarak bu hocalar birçok zorluklar yaşasalar da elbette
iş bulacaklar, yurtdışına çıkabilenler dünyanın her yerinde iyi üniversitelerde
çalışabilecekler. Bu yaşananlardan sonra “ülkende kal yada ülkene dön, akademik
hayata katkıda bulun” demek zaten mümkün değil, anlamlı da değil. En azından
psikolojik kopma ve kırgınlık oluştu. Kaybeden Türkiye ve Türk akademyası oldu
ve olacak.