27 Ekim 2016 Perşembe

Darbe Sonrası Üniversitelerde Genel Durum

Darbe Sonrası Üniversitelerde Genel Durum
15 Temmuz, çoğunluğun beklediği bir gelişme değildi. Evet, ülkede çeşitli sıkıntılar vardı, fakat hayat bir şekilde devam ediyordu. O akşam yaşananları herkes dehşetle seyretti ve ülkede dönüşü zor büyük bir yıkımın başlangıcı oldu. Neler olacak diye beklerken günler içerisinde akademik camianın hedefe oturtulması, rektörlerin tutuklanması, dekanların topluca istifa ettirilmesi, üniversitelerin kapatılması, akademisyenlerin her kurumdan yüzün katlarıyla açığa alınması, tutuklanması… Akademisyenin darbeyle alakası neydi belli değildi fakat idarenin akademiyle bir derdinin olduğu kesindi.
Türkiye’de çok da güllük gülistanlık olmayan akademik dünyanın havası, 15 Temmuz’un ertesinde iyice gerildi. Birkaç gün öncesine kadar birbirine dostane davranan öğretim üyeleri, bir anda birbirlerine küsmüş gibi konuşmaz oldular. Herkeste ortak ve sessiz bir gerginlik vardı. Akademisyenlere yönelik kıyımların kimi etkileyeceği belli olmadığı için herkes dikkatli davranmaya çalışıyordu. Arkadaşlar birbirlerini aramaya korktular. Bir şekilde aradıklarında da konuşmaları “çok iyiyiz, çok rahatız, çok şükür” benzeri trajikomik cümlelerden ibaretti. Kelimeler kulağa güzel gelse de gerginliğin sesini bastıramıyordu. Whatsapp’taki neşeli paylaşımlar, fotoğraf göndermeler bir anda kesildi. Profillere ayar çekildi. Bazıları profillerini günün havasına uygun demokrasi mitingi fotoğraflarıyla süsledi, bazıları profillerini dışarıya kapattı. Email yazışmaları da azaldı ve telefon konuşmaları gibi karşılıklı “nasılsın, iyiyim”lerden ibaret kaldı. Bazıları tamamen emaillerini ve telefon numaralarını değiştirip üç maymunu oynadılar. Normalde resmi işlemlerde bir derece inisiyatif kullanan, örneğin giriş çıkış saatlerini çok denetlemeyen amirler, bir anda resmi konularda çok titiz oldular. İşe gidip gelenler de bir anda dikkatli bir şekilde kurallara uymaya başladılar. Bazı uyanıklar da bir anda yeni düzenden yana tavır alıp bu dönemi nasıl lehimize çeviririz mantığıyla muktedirlerin yanına yanaştılar. Aynı mantıkla bazıları da başkalarını ihbar edip promosyon kapma derdine düştü. Acı tablonun farklı bir yüzünü, açığa alınan veya göz altına alınıp serbest bırakılanlar yaşadı. En yakın arkadaşları geçmiş olsun diye aramadılar. İş arkadaşları hatırlarını sormadılar, ziyaretlerine gitmediler. Öğrencileri ve asistanları hiçbir tepki vermedi. Zulmün bu akademisyenlere yapıştırdığı suçluluk etiketini, diğer insanlar sağlamlaştırdılar.  
Daha açığa alınanlar ve tutuklananların suçu belli değilken diğerleri neden bu kadar korkuyordu? Herkes aynı anda suçlu olamaz ya, nedir bu korku? Bir toplumu sindirmenin yolu korku salmaktı. Suçsuzları suçlayıp orantısız bir zulümle muamele etmek, diğer suçsuzların da sinip susması için ilk adımdı. Daha önceleri bize rektörlerin tutuklanacağı, dekanların topluca istifaya zorlanacağı ve binlerce akadamisyenin hapse atılıp işten çıkarılacağı bir senaryo anlatılsa “yok artık!” der, inanmayı redderdik. Birkaç hafta içinde ne oldu da bunları kabul eder hale geldik? Her gün bir üniversiteden şu kadar akademisyen tutuklandı şeklinde haberler geliyor, sayılara bakıp geçiyoruz.. Eylüldeki KHK ile bir anda 2346 akademisyen işine sorgusuz sualsiz son verildi. Buna da alıştık mı? Daha ilk adımda korkup ses çıkarmayan, sonra gelecek adımlarda aynı muamelelere maruz kalmayı aslında kabul etmiş oluyor. Ve tekrar bir KHK çıkacağına dair haberleri “acaba benim de ismim var mıdır?” diye beklemeye duruyor. Dile kolay, BİNlerce akademisyen işten çıkarıldı. BİNlercesi ortada bir suç olmadan tutuklandı. Hapishanelerin okumuşluk oranı bir anda tavan yaptı. Üniversiteler bir anda boşaldı… Avukatlar tutukluları savunmak istemiyorlar. Dışarıda kalan aileler perişan… Daha önceleri böyle olaylar yaşanma ihtimalini hayal ettiğimizde gösterdiğimiz reflekslerin körelmemesi lazım. Çünkü kabullenmek ve normal karşılamak sindirilmenin ilk basamağıdır. Zalimin niyeti her halükarda zulmetmek olduğu için masumların onu durdurmak için korkularını aşması gerekiyor. Korkulacak hiçbir şey yok diye meydan okurcasına sağlam durmaları gerekiyor. Korkular aşılmadıkça, sessiz gerginlik havası devam ettikçe zulümler de uzayıp gideceğe benzer.
İkinci bir soru ise, böyle bir ortamda üniversitelerde ne iş yapılır? Herkesin birbirine şüpheyle baktığı, çoğunluğun düşük bir profil çizmeye gayret ettiği, bir yerlerden güç alanların işlerine gelmeyeni sindirmek için karalayıp gammazladığı bir ortamda akademisyenliğin ruhunun gereği olan atılımcılık, yeni fikirler üretme, eleştirme ve düşünme gibi faaliyetler olur mu? Üniversiteler ruhu kaçmış, ölü binalar gibi duruyorlar.
Akademinin durumu bir ülkenin demokratikliğinin göstergesidir. Tarih pek çok kez göstermiştir ki demokrasiden şaşan ülkelerde en çok akademisyenler etkilenir. Türkiye’de tarih bir kez daha kendini tekrarlamaktadır ve demokrasinin ve özgürlüklerin tekrar temini için Türk akademisinde meydana gelen gelişmeler asla kabullenilmemelidir.          

Dr. Zarife Karakoyun’un Mektubu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder