Darbe Sonrası Üniversitelerde Genel Durum
15 Temmuz, çoğunluğun beklediği bir gelişme değildi. Evet,
ülkede çeşitli sıkıntılar vardı, fakat hayat bir şekilde devam ediyordu. O
akşam yaşananları herkes dehşetle seyretti ve ülkede dönüşü zor büyük bir
yıkımın başlangıcı oldu. Neler olacak diye beklerken günler içerisinde akademik
camianın hedefe oturtulması, rektörlerin tutuklanması, dekanların topluca
istifa ettirilmesi, üniversitelerin kapatılması, akademisyenlerin her kurumdan
yüzün katlarıyla açığa alınması, tutuklanması… Akademisyenin darbeyle alakası
neydi belli değildi fakat idarenin akademiyle bir derdinin olduğu kesindi.
Türkiye’de çok da güllük gülistanlık olmayan akademik
dünyanın havası, 15 Temmuz’un ertesinde iyice gerildi. Birkaç gün öncesine kadar
birbirine dostane davranan öğretim üyeleri, bir anda birbirlerine küsmüş gibi
konuşmaz oldular. Herkeste ortak ve sessiz bir gerginlik vardı. Akademisyenlere
yönelik kıyımların kimi etkileyeceği belli olmadığı için herkes dikkatli
davranmaya çalışıyordu. Arkadaşlar birbirlerini aramaya korktular. Bir şekilde
aradıklarında da konuşmaları “çok iyiyiz, çok rahatız, çok şükür” benzeri
trajikomik cümlelerden ibaretti. Kelimeler kulağa güzel gelse de gerginliğin
sesini bastıramıyordu. Whatsapp’taki neşeli paylaşımlar, fotoğraf göndermeler
bir anda kesildi. Profillere ayar çekildi. Bazıları profillerini günün havasına
uygun demokrasi mitingi fotoğraflarıyla süsledi, bazıları profillerini dışarıya
kapattı. Email yazışmaları da azaldı ve telefon konuşmaları gibi karşılıklı
“nasılsın, iyiyim”lerden ibaret kaldı. Bazıları tamamen emaillerini ve telefon
numaralarını değiştirip üç maymunu oynadılar. Normalde resmi işlemlerde bir
derece inisiyatif kullanan, örneğin giriş çıkış saatlerini çok denetlemeyen
amirler, bir anda resmi konularda çok titiz oldular. İşe gidip gelenler de bir
anda dikkatli bir şekilde kurallara uymaya başladılar. Bazı uyanıklar da bir
anda yeni düzenden yana tavır alıp bu dönemi nasıl lehimize çeviririz
mantığıyla muktedirlerin yanına yanaştılar. Aynı mantıkla bazıları da
başkalarını ihbar edip promosyon kapma derdine düştü. Acı tablonun farklı bir
yüzünü, açığa alınan veya göz altına alınıp serbest bırakılanlar yaşadı. En
yakın arkadaşları geçmiş olsun diye aramadılar. İş arkadaşları hatırlarını
sormadılar, ziyaretlerine gitmediler. Öğrencileri ve asistanları hiçbir tepki
vermedi. Zulmün bu akademisyenlere yapıştırdığı suçluluk etiketini, diğer
insanlar sağlamlaştırdılar.
Daha açığa alınanlar ve tutuklananların suçu belli değilken
diğerleri neden bu kadar korkuyordu? Herkes aynı anda suçlu olamaz ya, nedir bu
korku? Bir toplumu sindirmenin yolu korku salmaktı. Suçsuzları suçlayıp
orantısız bir zulümle muamele etmek, diğer suçsuzların da sinip susması için
ilk adımdı. Daha önceleri bize rektörlerin tutuklanacağı, dekanların topluca
istifaya zorlanacağı ve binlerce akadamisyenin hapse atılıp işten çıkarılacağı bir
senaryo anlatılsa “yok artık!” der, inanmayı redderdik. Birkaç hafta içinde ne
oldu da bunları kabul eder hale geldik? Her gün bir üniversiteden şu kadar
akademisyen tutuklandı şeklinde haberler geliyor, sayılara bakıp geçiyoruz..
Eylüldeki KHK ile bir anda 2346 akademisyen işine sorgusuz sualsiz son verildi.
Buna da alıştık mı? Daha ilk adımda korkup ses çıkarmayan, sonra gelecek
adımlarda aynı muamelelere maruz kalmayı aslında kabul etmiş oluyor. Ve tekrar
bir KHK çıkacağına dair haberleri “acaba benim de ismim var mıdır?” diye
beklemeye duruyor. Dile kolay, BİNlerce akademisyen işten çıkarıldı. BİNlercesi
ortada bir suç olmadan tutuklandı. Hapishanelerin okumuşluk oranı bir anda
tavan yaptı. Üniversiteler bir anda boşaldı… Avukatlar tutukluları savunmak
istemiyorlar. Dışarıda kalan aileler perişan… Daha önceleri böyle olaylar
yaşanma ihtimalini hayal ettiğimizde gösterdiğimiz reflekslerin körelmemesi
lazım. Çünkü kabullenmek ve normal karşılamak sindirilmenin ilk basamağıdır. Zalimin
niyeti her halükarda zulmetmek olduğu için masumların onu durdurmak için
korkularını aşması gerekiyor. Korkulacak hiçbir şey yok diye meydan okurcasına
sağlam durmaları gerekiyor. Korkular aşılmadıkça, sessiz gerginlik havası devam
ettikçe zulümler de uzayıp gideceğe benzer.
İkinci bir soru ise, böyle bir ortamda üniversitelerde ne iş
yapılır? Herkesin birbirine şüpheyle baktığı, çoğunluğun düşük bir profil
çizmeye gayret ettiği, bir yerlerden güç alanların işlerine gelmeyeni sindirmek
için karalayıp gammazladığı bir ortamda akademisyenliğin ruhunun gereği olan
atılımcılık, yeni fikirler üretme, eleştirme ve düşünme gibi faaliyetler olur
mu? Üniversiteler ruhu kaçmış, ölü binalar gibi duruyorlar.
Akademinin durumu bir ülkenin demokratikliğinin
göstergesidir. Tarih pek çok kez göstermiştir ki demokrasiden şaşan ülkelerde
en çok akademisyenler etkilenir. Türkiye’de tarih bir kez daha kendini
tekrarlamaktadır ve demokrasinin ve özgürlüklerin tekrar temini için Türk
akademisinde meydana gelen gelişmeler asla kabullenilmemelidir.
Dr. Zarife
Karakoyun’un Mektubu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder