Herkesi Çıldırtan Sudan Biz De İçmeli Miyiz?
Dr. Selim Sağlam
Sanırım otuz yıl kadar önceydi,
tek kanal televizyonun (TRT) olduğu devirde başörtüsü konusunda bir açık oturum
yapılmıştı. Orada DYP adına tartışmaya katılan siyasetçi (Yaşar Topçu)
karşısında başörtüsü yasağını savunan ve bunu da başörtülülerin üniversite
olmasının başkalarının üzerinde çevre baskısı oluşturacağı tezi ile açıklamaya
çalışan Bahriye Üçok’a kendi yazdığı kitaptan bir alıntıyla cevap vermişti.
Başörtüsü yasağını savunan Üçok daha önce yazdğı bir kitapta herkesin aşırı
açık giyindiği bir ortamda en muhafazakar kişilerin bile eteklerini kısaltmak
zorunda kaldığını belirtiyordu. Bu girişi yapmamın nedeni başörtüsü konusunu
tartışmak değil, oradaki çarpıcı örneğin günümüzdeki vahim yansımalarına
bakmak.
Malum ülkemizde bir darbe süreci
yaşanıyor, bir Erdoğan darbesi var, ama bu gerçek başka bütün gerçekler gibi
farklı ışık tayflarının altında ve farklı bakış açılarıyla farklı algılanıyor. Suyun
bulanık olduğu böyle bir zamanda birçok kişi eski hesaplarını görmeye
çalışıyor, birçok kişinin de şuuraltı müktesebatı dışarı taşıyor. Kontrolün
olmadığı varsayılan zamanlarda insanların gerçek düşünceleri ve kişilikleri
ortaya dökülüyor. Çok yakın zamanda tr724.com sitesinde Ahmet Dönmez’in “Terkedilmiş Bir Camianın Günlüğü”
yazısında bu husus gayet güzel işlenmişti. En olmayacak kişilerin bile böyle
zamanda kendilerinden beklenmeyen şeyleri yapmaları sözkonusu. Ahmet Dönmez
uzun yıllar önce Amerika’da yapılan bir toplumsal deneyden örnek vererek konuyu
açıklıyor. Ben bunu daha vahim/iğrenç ama gerçek hayatta yaşanan bir örnekle açıklamak
istiyorum. Medyaya yansıyan haberlerden öğreniyoruz ki kasaba yada kenar
mahallede tecavüze uğrayan çocuk yaştaki bir kızın tecavüzcüleri arasında evli
barklı ve saygın bilinen kişiler de olabilmektedir. Malesef şu anda benzer bir
durum Hizmet Hareketine büyük bir şehvetle saldırmak hususunda yaşanıyor.
Bu saldıranlardan bahsederken Ergenekon’un
görevli “gazeteci”lerini yada doğuştan din ve dini motifli herşeye karşı
allerjisi olan malum kişileri kasdetmiyorum. Derin görevlilerin her kesimde
olabildiklerini Ergenekon soruşturmaları başladığında ortaya çıkan listelerde
görmüştük. Hatta bu listede Hizmet’in içinde diye bilinen bazıları da vardı “yok
ya, böyle şey olur mu” demiştik ve ama bunların bir kısmı sonraki süreçlerde
ayrıştılar (belki hala ayrışmayanlar da vardır). Daha sonra değişik şekillerde
devşirilen yada çalıştığı kurum/bağlı olduğu grupla beraber satın alınanları da
saymıyorum. Benim kastettiğim şu anda Erdoğan despotizminin mağduru olan ve en
makul muhalefet yapan bazı yazarların doğru yada yanlış olduğunu bilmediği ama
birçok çevrede çokça tekrarlanan bir kısım klişeleri gerçekmiş gibi sahiplenip
Hizmet’e iftira niteliğinde şeyler serdetmeleridir.
Kısa zaman önce (14 Ekim 2017)
Artıgerçek haber sitesinde Yavuz Baydar’ın yazdığı “Bir Zarrab uğruna Ya Rab...”
başlıklı yazı dikkatimi çekti. Yazıyı Samanyoluhaber sitesi de alıntılamıştı.
Orada yazar birçok doğruyu ardarda sıralarken şöyle bir ifade kullanmış “Halbuki
kimileri apaçık suça veya disiplin dışı davranışlara karıştığı anlaşılan Gülen
Grubu mensubu kişilerin durumu başkaydı”. Evet Sayın yazar böyle
diyordu ve açıkçası ben çok şaşırdım. Sebebine gelince sayın yazar ne kadar
başka gerçekleri söylerse söylesin burada açık ve net bir itham yapmaktadır ve
muğlak bir ifade ile bir suçlamaya yada iftiraya katılmaktadır. Koro halinde
yapılan bu kabil yalan ve iftiraların az da olsa doğru olacağını mı düşündü
başka bir bildiği mi vardır orasını açıklamasında fayda var.
Hizmet Hareketini yakından
tanıyan biri olarak bu iddiayı kesinlikle ve kökten reddediyorum, çünkü bunlar
yalan/yanlış ve asılsız iddialar. Elbetteki herkes suç işleyebilir, Hizmet
Hareketinden de başka gruplardan da insanlar kamuda yada sivil hayatta suç işleyebilirler.
Bu suçları da öncelikle kendilerini bağlar, bu kabil suçların bir topluluğu ne
zaman bağlayacağı da hukuk da bellidir. Burada yapılan ince bir teknikle
kamuoyu önünde masum insanları suçlu gösterme ve karalama yöntemi. Nitekim
Erdoğan ve şürekası 17/25 Aralık sonrasında giriştikleri karalama faaliyetine
buradan başlamışlardı. Hizmetle yakınlığı olan bir kısım Emniyet ve Yargı
mensuplarının yetkileri dışına çıktığını vs. iddia ediyorlardı. Hatırlanacağı
üzere uzun zaman kanunları kanırtarak da olsa hukuk içinde bir suç bulmaya
çalışmışlardı. Böcek iddiaları, Tahşiye davaları ve tabii “bizim Ergenekon
davalarında delillerin sahte olduğu iddiaları” vs. bu minvaldeydi. Ancak dört
yıl geçtiği halde şu ana kadar bu iddialarını ispat edecek bir olgu ortaya
koyamadılar. Bütün bu iddiaları gazete köşelerinde, TV ekranlarında ve
savcıların saçma sapan iddianamelerinin genel kısmında kaldı, onlar üzerinden
suçlama yapamadılar, döndü dolaştı ve mücerret bir örgüt üyeliğinden insanlara
ceza vermeye başladılar.
Ben Emniyet ve Yargı
çevrelerinden değilim, orada neler olup bittiğini yakından bilmiyorum, herkes
gibi kamuoyuna yansıyan bilgilere sahibim. Ancak bir akademisyen olarak
üniversiteleri ve oralarda olup biteni biliyorum. Yaklaşık kırk yılı aşkındır
Türkiye’deki siyasi ve dini akımları, grupları vs. irdelediğimizde bunların
içinde hukuka saygılı olma açısından Hizmet Hareketinden daha hassas bir grup
gösterilemez. Şimdi Hizmet’e ağız dolusu saldıran sol çevrelerin çoğu temelde
şiddeti benimsemişlerdir. Radikal İslamcıları anlatmaya gerek var mı?
Akademik çevrelerde de Hizmet
gönüllülerinden daha fazla kurallara uyan, hakkı-hukuku önemseyen ve yaptığı
işlerin hesabını verebilen bir grup görmedim. Nitekim dört yıldır çok sayıda
akademik yönetici Hizmetle ilişkili diye görevden alındı, birçoğu hapsedildi,
Havuz medyasından ve bir kısım sahte muhalif laik medyada tonlarca yalanla
karalandılar. Ancak şu ana kadar açılan davaların hiç birinde yetki aşımı
iddiası bile yok. Sadece soyut, dedikodu mahiyetinde “örgüt üyeliği veya örgüt
yöneticiliği” iddiaları var. Cemaati linç etmeye sadece Havuz
medyası veya Hükümet yanaşması gazeteler değil sol ve muhalif çevrelerin de hiç
aslı faslı olmayan hikayelerle katkıda bulunması tarihe kötü bir kayıt olarak
girdi. Cumhuriyet Gazetesinden Birgün’e kadar haberciliğin H’si ile ilgisi
olmayan tonlarca haber ve yorumla Cemaat linç edilirken akademik çevreler de
bundan nasibini aldı. Burada diyebileceğimiz tek şey “demek ki ülkemizin
kalitesi bu”.
Açıkçası Yavuz Baydar buraya
yakışmıyor. Şimdi Yavuz Baydar’ın bir cümleyle de olsa (bir cümle ama çoook
önemli bir cümle) iddia ettiği şeyi delillendirmesini bekliyoruz. Hizmetten
olduğu bilinen ve apaçık suça yada disiplinsizliğe bulaşan bu kişiler kimlerdir
ve suçları nelerdir? Pek muktedir Hükümetimiz bu kişilere karşı ne yapmıştır
(tabii hukuk içinde)? Bu yaptıkları hukuksuzluklar (!) Hizmet’le mi ilişkilidir
yoksa her memurun hayatında yapabileceği basit hatalar mıdır? Bir cemaati
karalamaya yeterli midir? Şayet bu sözleri öylesine söylüyorsa, elinde bir
kanıtı yoksa bunu düzeltmesi gerekmektedir.
Bu “suça ve disiplinsizliğe
bulaşma" söyleminin aslında “manidar bir işçilik” sonucunda üretilmiş
kavramlar olduğunu düşünüyorum. Sayın Baydar farkında olmadan kullanmış olmalı,
zira bu iddialar Ergenekon davaları sürecinde darmadağın olan “Derin Devlet
İmajı”nı düzeltmeyi hedefliyor. Mesela Bülent Arınç’a suikast girişimi,
İnternet Andıcı, tonlarca gömülü silahlar vs. vs.. Demokrasi yanlısı kişiler bu
söylemlerle cemaati suçlayacağım diye bütün derin operasyonları temize çıkarmak
“akıllılığını” yapmak istemiyorlardır. Üstelik şu ana kadar ellerinde normal
hukuki yoldan sonuçlandırılmış ve insanları ikna edecek tek vaka olmadan.