Akademik Çürüme
Neden Hızlandı?
Dr. Selim Sağlam
Akademik hayatta
yapılan kıyımları tarif etmeye kelime bulmak zor ama biz hafifinden “Vandallık”
olarak adlandırıp devam edelim. Bildiğimiz gibi “İslamcı” etiketli “Reis ve
avanesi” “akademya”dan hazzetmiyor, her an bir muzırlık yapacaklarından endişe ediyorlar.
Okumuşların, hele de üniversitelerde kendi gayreti ile bir yere gelmiş
olanların önlerine konan her şeyi yemeyeceğinden, sorgulayıp irdeleyeceğinden
endişeliler ve bunda da yerden göğe kadar haklılar. Her ne kadar bizim
akademyamız bu güne kadar ciddi bir özgürlük taraftarlığı gösterememiş olsa
bile gene de ikna edilmesi zor bir topluluk olarak karşımızadır. Çok iyi
ürünler veremeseler bile bir dereceye kadar kaliteyi önemsemekteydiler. Ancak
toplumun alt tabakasını manipüle etmek çok daha kolay olduğu için onları
yüceltmek, onların “sağduyusu”nu övmek daha fonksiyonel bir yaklaşım olsa gerek
ki bu yola sapıldı. Üniversiteler ve eğitimliler bir taraftan aşağılanırken bir
taraftan da bütün kontrol altına alınmaya çalışıldı ve bu süreç devam ediyor. Üniversitelerde
inanılmaz bir korku ortamı oluştu, insanlar kendi gölgelerinden bile korkar
hale geldiler.
“Sayılarla anlaşmak
kolaydır ama kelimelerle anlaşmak zordur” derler. Sayılarla da her zaman kolayca
anlaşamayabiliriz ama kelimelerle/kavramlarla anlaşmak elbette çok daha zordur.
“Akademik hayat yavanlaştı” yada “akademik dünyada hak etmeyenler öne çıktı”
diye bir önermede bulununca hemen itiraz edilebilir ve “buna nasıl karar
verdiniz” diye sorabilirler. Evet bu önerme, bütün diğer önermeler gibi bazı ön
kabullere dayanacaktır ama malesef doğrudur. Akademik hayattaki yıkım tek
başına değil, topluca bilginin değersizleşmesi denilebilecek bir dönüşüm
yaşanıyor ama üniversitelerimiz bundan daha derinlemesine etkileniyor. Bu
seyirle üniversitelerimizin uzun yıllar dünyada saygıdeğer bir yere gelmesi
hayal bile edilemeyecektir.
Bence 2000’li
yıllarda Türkiye’de akademik hayata en derin zararı veren başlıkları şöyle
sıralayabiliriz:
1-Her ile
üniversite açılması: Yanlış anlaşılmaması için şunu söylemekte fayda var, küçük
yerlere de üniversite açılabilir, dünyada bunun çok sayıda örneği var. Mesela
Almanya’da Heidelberg küçük bir şehirdir ama Heidelberg Üniversitesi dünyanın en
saygın üniversitelerinden biridir. Bizdeki problem; Şırnak, Hakkari, Muş gibi
küçük, ulaşımı zor, ülke ekonomisi ve sosyal hayatında yeri olmayan ve
güvenliğini bile sağlamakta ciddi zorluklar yaşanan bir yerleşim yerine
üniversite açılması ve bu üniversitenin ciddi bir korumaya mazhar
kılınmamasıdır.
2-Belki her ile
üniversite açılmasından daha vahim bir uygulama üniversite öğrencilerinin o
şehir için gelir kaynağı olarak görülmesi ve başta bu mülahaza olmak üzere
başka saiklerin de etkisi ile “her üniversiteye her fakülte veya programın
açılmaya çalışılması” uygulamasıdır. Bunun tipik örneği açılan Eczacılık Fakültelerinin
durumudur. Eczacılık eğitimi çok ciddi altyapı ve öğretim kadrosu gerektirirken
ülkenin ihtiyacının çok üzerinde mezun verecek sayıda fakülte açıldı ve bu
fakültelerde malesef ciddi bir eğitim ortamı oluşturulamadı. Yakın bir gelecekte
oluşturulamayacağı da aşikardır. Aynı şekilde hemen her üniversite İlahiyat
Fakültesi açtı vs. Sonuç ne olacağını hep beraber görüyoruz, göreceğiz.
3-Üniversitelerin
tamamen siyasetin emrine verilmesi, partili Cumhurbaşkanının yolunun açılması
ile bunun legalite kazanması: Bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de aynı
partiden olduğu halde kısmen dahi olsa kaliteyi korumaya çalıştığı,
yerelleşmeye direndiği için atadığı rektörlerin çoğu hapse atıldı ve önemli bir
kısmı meslekten atıldı. Artık üniversiteler iktidar partisinin arka bahçesi
olarak rahatlıkla dizayn ediliyor. Parti devletlerinde özgür ve üretken
üniversite olamayacağı için bu sürecin sonucunda partizan akademisyenler alanı
kaplamış olacaklar. Hakeden değil partiye yakın olan öne çıkacaktır.
4-Başlangıçtan
beri seçkinlerin elinde olan özel üniversite açma ayrıcalığı, son yıllarda
kasabalı ve sonradan görme tüccarların eline geçti ve iş şirazeden çıktı. Daha
önceki dönemde Ergenekon ekibine yakın bazı üniversitelerin sınırlı
suistimalleri artık genel uygulama halini aldı. Kapatılan 15 vakıf üniversite
yerine yandaşlara açtırılanlarla bu süreç daha da hızlandı. Artık kalite değil
para esaslı çalışan bir üniversitecilik anlayışı hakim durumda. Doğramacı’nın
Bilkent Üniversitesi ile İstanbul’daki apartman tipi üniversiteleri aynı kefeye
koymak mümkün mü? Sonuç olarak bir hocamızın tabiri ile “denize nazır, diploma
hazır” anlayışı ile eğitim veren bu kurumlardan sadece diploma dağıtımı
yapılacak gibi görünüyor.
Sonuç olarak bu
kadar hızlı oluşturulan ve öğrenci sayıları geometrik olarak katlanan devlet ve
vakıf üniversitelerinde akademik kadrolar nicelik ve nitelik olarak büyük
oranda yetersizdir. Örnek olarak İnşaat Mühendisliği programında sadece bir
doktoralı öğretim üyesi olan ama ikili öğretim verebilen üniversiteler var. Bu üniversitelerde
eğitim ortamı oluşmamaktadır, bunun gerek şartı olan fiziki altyapı yetersizdir,
kütüphanesi, laboratuvarı, diğer araç-gereci kifayetsizdir. Aynı zamanda
öğrenci ve öğretim kadrosu arasında etkileşimin ve gerekli kaynaşmanın olacağı
bir eğitim ortamı bulunmamaktadır. Bu kurumların çoğu yüksek okul bile
değildir, üniversite hiç olamamışlardır. Buralarda akademik özgürlük vs. kavram
olarak bile gündeme gelememektedir, akademik gelenek oluşması zaten mümkün
değildir, bunun için gerekli güven ortamı, devamlılık ve diğer unsurlar bulunmamaktadır.
Henüz kurulma aşamasında olan bu üniversitelerin eğitim kadrolarına bakarsanız başat
hocaların bile çoğunun ciddi bir akademik altyapıdan gelmediğini görürsünüz.
Örnek olarak Ankara ve İstanbul’da yeni kurulan gözde devlet üniversitelerinin
rektörlüklerine daha önce hiç üniversitede çalışmamış, doçentliğini dışardan
almış kişilerin atanmış olması gösterilebilir.
Bu şartlar
altında bir taşra üniversitesinde neler olabileceğini tahmin etmek zor
değildir. Rektör ve ekibinin birinci önceliği siyaset ile arasını iyi
tutabilmek olacaktır/olmak zorundadır. İhaleler ve eleman alımları parti ve yan
kuruluşları (sendikalar, vakıflar, dernekler vs.) koordineli olarak yürütülecektir.
Akademik başarı, özgürlük, kalite, evrensel değerlerin taşıyıcılığı vs. bu
durumda uzak diyarlara gitmiştir ve kolayca da geri gelmeyecektir.