24 Temmuz 2017 Pazartesi

Akademik Çürüme Neden Hızlandı?

Akademik Çürüme Neden Hızlandı?
Dr. Selim Sağlam

Akademik hayatta yapılan kıyımları tarif etmeye kelime bulmak zor ama biz hafifinden “Vandallık” olarak adlandırıp devam edelim. Bildiğimiz gibi “İslamcı” etiketli “Reis ve avanesi” “akademya”dan hazzetmiyor, her an bir muzırlık yapacaklarından endişe ediyorlar. Okumuşların, hele de üniversitelerde kendi gayreti ile bir yere gelmiş olanların önlerine konan her şeyi yemeyeceğinden, sorgulayıp irdeleyeceğinden endişeliler ve bunda da yerden göğe kadar haklılar. Her ne kadar bizim akademyamız bu güne kadar ciddi bir özgürlük taraftarlığı gösterememiş olsa bile gene de ikna edilmesi zor bir topluluk olarak karşımızadır. Çok iyi ürünler veremeseler bile bir dereceye kadar kaliteyi önemsemekteydiler. Ancak toplumun alt tabakasını manipüle etmek çok daha kolay olduğu için onları yüceltmek, onların “sağduyusu”nu övmek daha fonksiyonel bir yaklaşım olsa gerek ki bu yola sapıldı. Üniversiteler ve eğitimliler bir taraftan aşağılanırken bir taraftan da bütün kontrol altına alınmaya çalışıldı ve bu süreç devam ediyor. Üniversitelerde inanılmaz bir korku ortamı oluştu, insanlar kendi gölgelerinden bile korkar hale geldiler.
“Sayılarla anlaşmak kolaydır ama kelimelerle anlaşmak zordur” derler. Sayılarla da her zaman kolayca anlaşamayabiliriz ama kelimelerle/kavramlarla anlaşmak elbette çok daha zordur. “Akademik hayat yavanlaştı” yada “akademik dünyada hak etmeyenler öne çıktı” diye bir önermede bulununca hemen itiraz edilebilir ve “buna nasıl karar verdiniz” diye sorabilirler. Evet bu önerme, bütün diğer önermeler gibi bazı ön kabullere dayanacaktır ama malesef doğrudur. Akademik hayattaki yıkım tek başına değil, topluca bilginin değersizleşmesi denilebilecek bir dönüşüm yaşanıyor ama üniversitelerimiz bundan daha derinlemesine etkileniyor. Bu seyirle üniversitelerimizin uzun yıllar dünyada saygıdeğer bir yere gelmesi hayal bile edilemeyecektir.
Bence 2000’li yıllarda Türkiye’de akademik hayata en derin zararı veren başlıkları şöyle sıralayabiliriz:
1-Her ile üniversite açılması: Yanlış anlaşılmaması için şunu söylemekte fayda var, küçük yerlere de üniversite açılabilir, dünyada bunun çok sayıda örneği var. Mesela Almanya’da Heidelberg küçük bir şehirdir ama Heidelberg Üniversitesi dünyanın en saygın üniversitelerinden biridir. Bizdeki problem; Şırnak, Hakkari, Muş gibi küçük, ulaşımı zor, ülke ekonomisi ve sosyal hayatında yeri olmayan ve güvenliğini bile sağlamakta ciddi zorluklar yaşanan bir yerleşim yerine üniversite açılması ve bu üniversitenin ciddi bir korumaya mazhar kılınmamasıdır.
2-Belki her ile üniversite açılmasından daha vahim bir uygulama üniversite öğrencilerinin o şehir için gelir kaynağı olarak görülmesi ve başta bu mülahaza olmak üzere başka saiklerin de etkisi ile “her üniversiteye her fakülte veya programın açılmaya çalışılması” uygulamasıdır. Bunun tipik örneği açılan Eczacılık Fakültelerinin durumudur. Eczacılık eğitimi çok ciddi altyapı ve öğretim kadrosu gerektirirken ülkenin ihtiyacının çok üzerinde mezun verecek sayıda fakülte açıldı ve bu fakültelerde malesef ciddi bir eğitim ortamı oluşturulamadı. Yakın bir gelecekte oluşturulamayacağı da aşikardır. Aynı şekilde hemen her üniversite İlahiyat Fakültesi açtı vs. Sonuç ne olacağını hep beraber görüyoruz, göreceğiz.
3-Üniversitelerin tamamen siyasetin emrine verilmesi, partili Cumhurbaşkanının yolunun açılması ile bunun legalite kazanması: Bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de aynı partiden olduğu halde kısmen dahi olsa kaliteyi korumaya çalıştığı, yerelleşmeye direndiği için atadığı rektörlerin çoğu hapse atıldı ve önemli bir kısmı meslekten atıldı. Artık üniversiteler iktidar partisinin arka bahçesi olarak rahatlıkla dizayn ediliyor. Parti devletlerinde özgür ve üretken üniversite olamayacağı için bu sürecin sonucunda partizan akademisyenler alanı kaplamış olacaklar. Hakeden değil partiye yakın olan öne çıkacaktır.
4-Başlangıçtan beri seçkinlerin elinde olan özel üniversite açma ayrıcalığı, son yıllarda kasabalı ve sonradan görme tüccarların eline geçti ve iş şirazeden çıktı. Daha önceki dönemde Ergenekon ekibine yakın bazı üniversitelerin sınırlı suistimalleri artık genel uygulama halini aldı. Kapatılan 15 vakıf üniversite yerine yandaşlara açtırılanlarla bu süreç daha da hızlandı. Artık kalite değil para esaslı çalışan bir üniversitecilik anlayışı hakim durumda. Doğramacı’nın Bilkent Üniversitesi ile İstanbul’daki apartman tipi üniversiteleri aynı kefeye koymak mümkün mü? Sonuç olarak bir hocamızın tabiri ile “denize nazır, diploma hazır” anlayışı ile eğitim veren bu kurumlardan sadece diploma dağıtımı yapılacak gibi görünüyor.
Sonuç olarak bu kadar hızlı oluşturulan ve öğrenci sayıları geometrik olarak katlanan devlet ve vakıf üniversitelerinde akademik kadrolar nicelik ve nitelik olarak büyük oranda yetersizdir. Örnek olarak İnşaat Mühendisliği programında sadece bir doktoralı öğretim üyesi olan ama ikili öğretim verebilen üniversiteler var. Bu üniversitelerde eğitim ortamı oluşmamaktadır, bunun gerek şartı olan fiziki altyapı yetersizdir, kütüphanesi, laboratuvarı, diğer araç-gereci kifayetsizdir. Aynı zamanda öğrenci ve öğretim kadrosu arasında etkileşimin ve gerekli kaynaşmanın olacağı bir eğitim ortamı bulunmamaktadır. Bu kurumların çoğu yüksek okul bile değildir, üniversite hiç olamamışlardır. Buralarda akademik özgürlük vs. kavram olarak bile gündeme gelememektedir, akademik gelenek oluşması zaten mümkün değildir, bunun için gerekli güven ortamı, devamlılık ve diğer unsurlar bulunmamaktadır. Henüz kurulma aşamasında olan bu üniversitelerin eğitim kadrolarına bakarsanız başat hocaların bile çoğunun ciddi bir akademik altyapıdan gelmediğini görürsünüz. Örnek olarak Ankara ve İstanbul’da yeni kurulan gözde devlet üniversitelerinin rektörlüklerine daha önce hiç üniversitede çalışmamış, doçentliğini dışardan almış kişilerin atanmış olması gösterilebilir.

Bu şartlar altında bir taşra üniversitesinde neler olabileceğini tahmin etmek zor değildir. Rektör ve ekibinin birinci önceliği siyaset ile arasını iyi tutabilmek olacaktır/olmak zorundadır. İhaleler ve eleman alımları parti ve yan kuruluşları (sendikalar, vakıflar, dernekler vs.) koordineli olarak yürütülecektir. Akademik başarı, özgürlük, kalite, evrensel değerlerin taşıyıcılığı vs. bu durumda uzak diyarlara gitmiştir ve kolayca da geri gelmeyecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder