7 Kasım 2017 Salı

Herkesi Çıldırtan Sudan Biz De İçmeli Miyiz?

Herkesi Çıldırtan Sudan Biz De İçmeli Miyiz?
Dr. Selim Sağlam

Sanırım otuz yıl kadar önceydi, tek kanal televizyonun (TRT) olduğu devirde başörtüsü konusunda bir açık oturum yapılmıştı. Orada DYP adına tartışmaya katılan siyasetçi (Yaşar Topçu) karşısında başörtüsü yasağını savunan ve bunu da başörtülülerin üniversite olmasının başkalarının üzerinde çevre baskısı oluşturacağı tezi ile açıklamaya çalışan Bahriye Üçok’a kendi yazdığı kitaptan bir alıntıyla cevap vermişti. Başörtüsü yasağını savunan Üçok daha önce yazdğı bir kitapta herkesin aşırı açık giyindiği bir ortamda en muhafazakar kişilerin bile eteklerini kısaltmak zorunda kaldığını belirtiyordu. Bu girişi yapmamın nedeni başörtüsü konusunu tartışmak değil, oradaki çarpıcı örneğin günümüzdeki vahim yansımalarına bakmak.

Malum ülkemizde bir darbe süreci yaşanıyor, bir Erdoğan darbesi var, ama bu gerçek başka bütün gerçekler gibi farklı ışık tayflarının altında ve farklı bakış açılarıyla farklı algılanıyor. Suyun bulanık olduğu böyle bir zamanda birçok kişi eski hesaplarını görmeye çalışıyor, birçok kişinin de şuuraltı müktesebatı dışarı taşıyor. Kontrolün olmadığı varsayılan zamanlarda insanların gerçek düşünceleri ve kişilikleri ortaya dökülüyor. Çok yakın zamanda tr724.com sitesinde Ahmet Dönmez’in “Terkedilmiş Bir Camianın Günlüğü” yazısında bu husus gayet güzel işlenmişti. En olmayacak kişilerin bile böyle zamanda kendilerinden beklenmeyen şeyleri yapmaları sözkonusu. Ahmet Dönmez uzun yıllar önce Amerika’da yapılan bir toplumsal deneyden örnek vererek konuyu açıklıyor. Ben bunu daha vahim/iğrenç ama gerçek hayatta yaşanan bir örnekle açıklamak istiyorum. Medyaya yansıyan haberlerden öğreniyoruz ki kasaba yada kenar mahallede tecavüze uğrayan çocuk yaştaki bir kızın tecavüzcüleri arasında evli barklı ve saygın bilinen kişiler de olabilmektedir. Malesef şu anda benzer bir durum Hizmet Hareketine büyük bir şehvetle saldırmak hususunda yaşanıyor.
Bu saldıranlardan bahsederken Ergenekon’un görevli “gazeteci”lerini yada doğuştan din ve dini motifli herşeye karşı allerjisi olan malum kişileri kasdetmiyorum. Derin görevlilerin her kesimde olabildiklerini Ergenekon soruşturmaları başladığında ortaya çıkan listelerde görmüştük. Hatta bu listede Hizmet’in içinde diye bilinen bazıları da vardı “yok ya, böyle şey olur mu” demiştik ve ama bunların bir kısmı sonraki süreçlerde ayrıştılar (belki hala ayrışmayanlar da vardır). Daha sonra değişik şekillerde devşirilen yada çalıştığı kurum/bağlı olduğu grupla beraber satın alınanları da saymıyorum. Benim kastettiğim şu anda Erdoğan despotizminin mağduru olan ve en makul muhalefet yapan bazı yazarların doğru yada yanlış olduğunu bilmediği ama birçok çevrede çokça tekrarlanan bir kısım klişeleri gerçekmiş gibi sahiplenip Hizmet’e iftira niteliğinde şeyler serdetmeleridir.

Kısa zaman önce (14 Ekim 2017) Artıgerçek haber sitesinde Yavuz Baydar’ın yazdığı “Bir Zarrab uğruna Ya Rab...” başlıklı yazı dikkatimi çekti. Yazıyı Samanyoluhaber sitesi de alıntılamıştı. Orada yazar birçok doğruyu ardarda sıralarken şöyle bir ifade kullanmış “Halbuki kimileri apaçık suça veya disiplin dışı davranışlara karıştığı anlaşılan Gülen Grubu mensubu kişilerin durumu başkaydı”. Evet Sayın yazar böyle diyordu ve açıkçası ben çok şaşırdım. Sebebine gelince sayın yazar ne kadar başka gerçekleri söylerse söylesin burada açık ve net bir itham yapmaktadır ve muğlak bir ifade ile bir suçlamaya yada iftiraya katılmaktadır. Koro halinde yapılan bu kabil yalan ve iftiraların az da olsa doğru olacağını mı düşündü başka bir bildiği mi vardır orasını açıklamasında fayda var.

Hizmet Hareketini yakından tanıyan biri olarak bu iddiayı kesinlikle ve kökten reddediyorum, çünkü bunlar yalan/yanlış ve asılsız iddialar. Elbetteki herkes suç işleyebilir, Hizmet Hareketinden de başka gruplardan da insanlar kamuda yada sivil hayatta suç işleyebilirler. Bu suçları da öncelikle kendilerini bağlar, bu kabil suçların bir topluluğu ne zaman bağlayacağı da hukuk da bellidir. Burada yapılan ince bir teknikle kamuoyu önünde masum insanları suçlu gösterme ve karalama yöntemi. Nitekim Erdoğan ve şürekası 17/25 Aralık sonrasında giriştikleri karalama faaliyetine buradan başlamışlardı. Hizmetle yakınlığı olan bir kısım Emniyet ve Yargı mensuplarının yetkileri dışına çıktığını vs. iddia ediyorlardı. Hatırlanacağı üzere uzun zaman kanunları kanırtarak da olsa hukuk içinde bir suç bulmaya çalışmışlardı. Böcek iddiaları, Tahşiye davaları ve tabii “bizim Ergenekon davalarında delillerin sahte olduğu iddiaları” vs. bu minvaldeydi. Ancak dört yıl geçtiği halde şu ana kadar bu iddialarını ispat edecek bir olgu ortaya koyamadılar. Bütün bu iddiaları gazete köşelerinde, TV ekranlarında ve savcıların saçma sapan iddianamelerinin genel kısmında kaldı, onlar üzerinden suçlama yapamadılar, döndü dolaştı ve mücerret bir örgüt üyeliğinden insanlara ceza vermeye başladılar.

Ben Emniyet ve Yargı çevrelerinden değilim, orada neler olup bittiğini yakından bilmiyorum, herkes gibi kamuoyuna yansıyan bilgilere sahibim. Ancak bir akademisyen olarak üniversiteleri ve oralarda olup biteni biliyorum. Yaklaşık kırk yılı aşkındır Türkiye’deki siyasi ve dini akımları, grupları vs. irdelediğimizde bunların içinde hukuka saygılı olma açısından Hizmet Hareketinden daha hassas bir grup gösterilemez. Şimdi Hizmet’e ağız dolusu saldıran sol çevrelerin çoğu temelde şiddeti benimsemişlerdir. Radikal İslamcıları anlatmaya gerek var mı?

Akademik çevrelerde de Hizmet gönüllülerinden daha fazla kurallara uyan, hakkı-hukuku önemseyen ve yaptığı işlerin hesabını verebilen bir grup görmedim. Nitekim dört yıldır çok sayıda akademik yönetici Hizmetle ilişkili diye görevden alındı, birçoğu hapsedildi, Havuz medyasından ve bir kısım sahte muhalif laik medyada tonlarca yalanla karalandılar. Ancak şu ana kadar açılan davaların hiç birinde yetki aşımı iddiası bile yok. Sadece soyut, dedikodu mahiyetinde “örgüt üyeliği veya örgüt yöneticiliği” iddiaları var. Cemaati linç etmeye sadece Havuz medyası veya Hükümet yanaşması gazeteler değil sol ve muhalif çevrelerin de hiç aslı faslı olmayan hikayelerle katkıda bulunması tarihe kötü bir kayıt olarak girdi. Cumhuriyet Gazetesinden Birgün’e kadar haberciliğin H’si ile ilgisi olmayan tonlarca haber ve yorumla Cemaat linç edilirken akademik çevreler de bundan nasibini aldı. Burada diyebileceğimiz tek şey “demek ki ülkemizin kalitesi bu”.

Açıkçası Yavuz Baydar buraya yakışmıyor. Şimdi Yavuz Baydar’ın bir cümleyle de olsa (bir cümle ama çoook önemli bir cümle) iddia ettiği şeyi delillendirmesini bekliyoruz. Hizmetten olduğu bilinen ve apaçık suça yada disiplinsizliğe bulaşan bu kişiler kimlerdir ve suçları nelerdir? Pek muktedir Hükümetimiz bu kişilere karşı ne yapmıştır (tabii hukuk içinde)? Bu yaptıkları hukuksuzluklar (!) Hizmet’le mi ilişkilidir yoksa her memurun hayatında yapabileceği basit hatalar mıdır? Bir cemaati karalamaya yeterli midir? Şayet bu sözleri öylesine söylüyorsa, elinde bir kanıtı yoksa bunu düzeltmesi gerekmektedir.

Bu “suça ve disiplinsizliğe bulaşma" söyleminin aslında “manidar bir işçilik” sonucunda üretilmiş kavramlar olduğunu düşünüyorum. Sayın Baydar farkında olmadan kullanmış olmalı, zira bu iddialar Ergenekon davaları sürecinde darmadağın olan “Derin Devlet İmajı”nı düzeltmeyi hedefliyor. Mesela Bülent Arınç’a suikast girişimi, İnternet Andıcı, tonlarca gömülü silahlar vs. vs.. Demokrasi yanlısı kişiler bu söylemlerle cemaati suçlayacağım diye bütün derin operasyonları temize çıkarmak “akıllılığını” yapmak istemiyorlardır. Üstelik şu ana kadar ellerinde normal hukuki yoldan sonuçlandırılmış ve insanları ikna edecek tek vaka olmadan.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder